Burak 34 yaşında, çalışkan, başarılı bir işadamıydı. Ama iyi bir aile babası olduğu söylenemezdi. Evlendiği günden bugüne, geçen 9 yıl içinde bir kez bile tatil yapmamıştı. En son eşinin cenazesi için işinden ayrı kalmıştı. Ama sadece iki gün. O günlerde dört yaşında olan oğlu Selim’i bir bakıcıya teslim edip yurtdışına çıkmıştı.
Yıllar böyle geçiverdi… Artık daha güçlü bir işadamıydı. Şehrin en güzel yerinde, çok güzel iki katlı bir evleri vardı.
Yeni bir gün bitmişti. Yorgun argın eve döndüğünde 8 yaşındaki oğlu Selim’i kapının önünde beklerken bulmuştu Burak.
O minik yavrucak, avına saldırmaya hazırlanan bir leopar gibi önce gerinmiş, sonra babasının kucağına atlamış;
“Babacığım hoş geldin. Seni çok özledim. Bana ne aldın? ” deyivermişti ki,
“Hadi gir içeri. Bu saatte dışarıda ne işin var?” yanıtıyla karşılaşmıştı.
Evet, tam sekiz yıl önce bugün doğmuş Selim. Doğum gününü unutmuş olsa da babası, o gün doğduğu gerçeğini değiştirmiyormuş hiçbir şey. Annesi öldüğünden beri hiç kutlanmamış doğum günü. Ama o hep beklemiş heyecanla.
Burak kapıdan girer girmez büyük bir özenle ceketini askıya taktı. Ayakkabılarını nizami bir şekilde ayakkabılığa yerleştirdi. Saatini çıkarıp masanın üzerine koydu. Terliklerini iyice yorulmuş ayaklarına sokup duş almak üzere banyoya girdi…
Banyodan çıktığında Selim’i masanın üzerinde duran saate dikkatle bakarken buldu. Önce bir anlam veremedi. Plazma TV’sini açıp günün yorumlarını dinlemeye başladı. Reklâm aralarında ise gün içersinde yoğunluğundan okuyamadığı gazetenin köşe yazılarını okumaya koyuluverdi. Bir an için göz ucuyla da olsa Selim’e baktı. O da ne. Hala büyük bir dikkatle saate bakıyordu oğlu.
“Ne yapıyorsun burada? Ne var o saatte benim göremediğim?” diye sorunca
“Merak ediyorum babacığım. Biliyorum kızacaksın. Ama merak ediyorum işte… Bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?” sorusuyla karşılaşır.
Zaten yorgun argın eve gelen Burak bu sorudan rahatsız olmuş ve
“İlle de bilmek istiyorsan 100.-TL” diye yanıt vermişti alelacele. Bunun üzerine Selim önce bir iç geçirir, sonra kendini toparlar ve yeni sorusunu sorar.
“Peki, babacığım madem bu kadar para kazanıyorsun. Bana 40.-TL borç verebilir misin?”
“Bunun için mi benim zamanımı alıyorsun. Benim senin bu saçma sorularına ayıracak zamanım da yok. Gereksiz oyuncaklarına ayıracak param da. Derhal odana çık, kapını kapat ve uyu…” deyivermişti sinirle…
Sonra yeniden izlediği programa dalmış gözleri. Yaklaşık bir saat geçmiş üzerinden. Reklâm arası verilmişken tam kumandayı almış düğmeye basarken bir baba oğulun oynadığı araba reklâmına ilişmiş gözü. Kahramanlarımız arabayı galeriden alıyorlar ve hemen tatile gidiyorlar senaryo gereği. Tatil esnasında oğluna sürpriz bir doğum günü partisi hazırlıyor onu çok seven babası. İşte o andan sonrasını izlemiyor, izleyemiyor Burak.
Aklına geliyor ki bugün Selim’in doğum günü. Saate bakıyor. Hiçbir şey için çok geç değil. Daha gece bitmedi, demek 40.-TL’ yi benden bu yüzden istedi diye geçirir aklından.
Selim, odasına çıkmış, kapısını kapatmış, sessizce yatağa uzanmış ama uyuyamamıştı. Kapısı sürpriz bir şekilde açıldığında ne yapacağını şaşırmış ve uyuyor numarası yapmayı tercih etmişti. Uyumadığını görürse babası belki çok kızabilirdi. Ama yumuşak bir ses tonu ile “Uyuyor musun oğlum?” diye duyunca babasının sorusunu hemen açılıvermiş gözleri. “Hayır, babacığım” diye yanıtlamış.
“Al bakalım 40.-TL’ yi. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Doğum günü hediyesi alamadım sana. Bari sen bununla istediğin bir şey yaparsın.”
“Teşekkürler” diye sevinçle haykırmış Selim.
“Ama ben bunu doğum günüm için istemedim ki babacığım” demiş ve ardından yastığının altında bulunan biriktirdiği buruşmuş paraları çıkarıp saymaya başlamış babasının yüzüne bakarak…
Yavaşça paraları sayan oğlunu görünce sinirlenmiş Burak.
“Paran olduğu halde neden benden para istedin peki? Sana demedim mi; senin gereksiz oyuncaklarına ayıracak param ve bu saçmalıklarına ayıracak zamanım yok diye…”
Bu tavır kafasını karıştırmış ve yeniden saymaya başlamış paraları Selim. Önce babasından aldığı 40.-TL’ yi yatağın üzerine koymuş. Sonra; 41.42. 45. 50. 60. 80. 90. 96. 97.98.99.100… diye saymış tüm parasını. Sevinç ve tedirginlik aynı anda yansımış yüzüne.
“Evet babacığım haklısın. Param vardı. Ama yeterince yoktu. Benim için en büyük doğum günü hediyesine ulaşmam için yaptıklarından ötürü sana çok teşekkür ederim.”
Ve paraları babasına uzatarak o can alıcı soruyu sormuş;
“İşte 100.-TL. Bir saatini bana ayırır mısın babacığım?”