Ülkenin birinde bir imparator, sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar. Her zamanki o kendinden emin tavrıyla:
“Dile benden ne dilersen”der.
Dilenci imalı bir şekilde güler ve:
“Sanki dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz.”diye cevaplar.
Kral gücünü adeta hiçe sayan bu alaycı tarzdaki konuşmadan alınır ve biraz da hiddetlenerek:
“Pek tabi her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle bakalım hele, ne istiyorsun?”
“Söz vermeden önce, iki kez düşünün kralım.”diyerek dilenci iddiasında devam eder.
Dilenci aslında dışardan görüldüğü gibi sıradan bir dilenci değildir. İmparatorun ilk öğretmenidir. Çocukken onu her konuda eğitmiş her konuda bilgi sahibi yapmış ve ona şu sözü öğütlemiştir:
“Sana öğrettiklerimi eğer harfiyen uygulamazsan, hiç beklemediğin bir zamanda tekrar karşına çıkıp seni uyaracağım.”
Ama aradan çok uzun yıllar geçtiğinden, imparator ilk hocasının bu sözlerini unutmuştur. Bu nedenle imparator gücüne güvenerek, karşısındakinin gerçekte kim olduğundan habersiz, ısrarında devam eder.
“Elbette, benden ne istersen iste, dilersem sana verebilirim. Ben çok güçlü bir imparatorum. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz.”
Bunun üzerine dilenci, çanağını uzatıp, “Şu çanağı herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz?” diye sorar.
İmparator böylesine basit bir istek karşısında kahkaha atar ve vezirlerine çanağı altınla doldurmalarını emreder.
Çanak dolup taşmakta ama anında boşalmaktadır. Paralar sanki buhar olup uçmaktadır, vezirlerinin yanında onuru kırılır imparatorun. Bir dilenci çanağını dolduramadığı, birkaç saat içinde kulaktan kulağa ülkenin dört bir yanına yayılır.
Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar, inciler oluk gibi çanağa akıtılır. Ne var ki, sanki çanağın dibi yoktur; bilinmeyen bir nedenle küçücük çanak her seferinde boş kalır. İmparator yenilgiyi kabullenmek zorundadır. Dilenciye mahcubiyetle yaklaşır ve:
“Tamam, ey dilenci, sen kazandın. Dileğini yerine getiremedim, ama ne olur bana bu çanağın neden yapılmış olduğunun sırrını ver”
“Çok basit”diye cevaplar dilenci. “Bu çanak insan dimağından yapılmıştır. Yani insanın sonsuz arzu ve isteklerinden. Doymak bilmez oluşu bundandır. Bu gerçeği bir kez kavrarsan hayatın tümüyle değişir.”
“İstek dediğin nedir ki! İstek ulaşılana kadar, belir bir süre heyecan veren bir duygudur. Mesela ipek halılar, köşkler, altınlar, elmaslar… Tek tek her birini elde ettiğinde tümü anlamını yitirir. Neden? Çünkü beynin, aklın onları dışlar. Heyecan, onu elde ettiğinde tamamen sönüp gitmiştir. Gene ruhen boşluğa düşer, yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın.”
“İstekler gerçekleştikçe doyumsuzluk uyandırır ve giderek dilenci olursun. Bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun. Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisi yaratırsın. İsteğin bu yönünü kavradığında hayatının dönüm noktasındasın demektir. Sürekli yolculuk hali iyi sonuç vermez. Geri dön evlat. Seni mutlu edecek değerleri dışında, sarayda, altında değil kendi içinde ara!”