Geri dön
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN BİRİNCİ DÜNYA HARBİNE GİRİŞİ VE ÇARPIŞTIĞI CEPHELER
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN
BİRİNCİ DÜNYA HARBİNE GİRİŞİ
VE ÇARPIŞTIĞI CEPHELER
Birinci Dünya Harbi, Osmanlı İmparatorluğu da dâhil olmak üzere dört imparatorluğun yıkılmasına ve dört büyük hanedanın çökmesine neden olmuş bir harptir. Anadolu’da tamamen Türk unsuruna dayanan yepyeni bir cumhuriyetin kurulmasına yol açmış olması nedeniyle Türk tarihinde ayrı bir yeri vardır.
Osmanlı İmparatorluğunun bu savaşa Almanya’nın yanında girmiş olması, yenilgiden sonra daima eleştirilmiş ve o zamanki Osmanlı devlet adamları suçlanmıştır. Fakat Harpten önce Avrupa’da kurulmuş olan ittifaklar sistemi ve bu ittifaklara giren devletlerin siyasi ve askeri hedefleri, özellikle Rus Çarı II nci Nikola ile İngiltere Kralı VII nci Edward arasında 1908’de Reval’de yapılan görüşme ve 1915 Anlaşması dikkate alınacak olursa bu eleştiri ve suçlamaların fazla abartılmış olduğu sonucuna varılabilir. Çünkü XX nci yüzyılın başlarında İngiltere artık Osmanlı İmparatorluğunu yaşatmanın hem çok güç hem de gereksiz olduğu, paylaşmanın daha yararlı olacağı kanısına varmış ve bu konuda müttefikleriyle anlaşmıştı; Almanya’ya karşı savaşta kendi yanında yer almasını sağlamak için boğazlar üzerindeki isteklerine karşı koymayacağını Rusya’ya vaat etmişti.
Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa’ya iki kez ittifak önermiş, 1914 Mayısında Rusya’ya da Türk-Rus ittifakından söz etmişse de bu devletler çeşitli bahanelerle reddetmişlerdi. O tarihte doğu politikasına büyük önem veren Almanya, İngiltere’nin desteğini geri çekmesinden doğan boşluğu doldurmaya istekliydi.
Ayrıca; Osmanlı İmparatorluğunun milli hedefleriyle Alman politik askeri hedefleri arasında Osmanlı İmparatorluğunun coğrafi durumundan doğan – bir uyuşum vardı. 200 yıldır devamlı surette toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, bu toprak kaybına nihayet bir son vermek, boğazları ve Doğu Anadolu’yu elinde bulundurmak, Arap Yarımadası ve Süveyş Kanalındaki kontrolünü kuvvetlendirmek, islam alemindeki liderliğini sürdürmek ve İran, Azerbaycan ve Türkistan’daki Türkleri kendi önderliğinde birleştirmek suretiyle İmparatorluğa eski saygınlığını kazandırmak isterken, Alman İmparatorluğu da Osmanlılardan yararlanarak halkının çoğu Müslüman olan İngiliz sömürgelerini ayaklandırmak, Süveyş Kanalını kapatmak suretiyle İngilizlerin Batı Cephesini sömürge askerleriyle takviye etmesine engel olmak istiyordu.
Ancak; Osmanlılar, Almanların Avrupa’da kazanacakları zaferden yararlanarak milli hedeflerini elde edeceklerini, Almanlar ise Osmanlıların Doğu Anadolu ve Mısır’da girişecekleri askeri harekâtın başarısından yararlanarak Avrupa’da zaferi daha kolay kazanacaklarını hesap ediyorlardı.
Halbuki ne Almanya iki cepheli bir savaşta Avrupa’da kısa sürede kesin sonuç alabilecek durumdaydı ne de bir yıl önce Balkan Harbinden yenik çıkmış, askeri gücü yetersiz, ekonomik durumu bozuk Osmanlı imparatorluğu, uzak hedefli taarruzi hareketlerle Alman askeri stratejisine yardımcı olabilecek durumdaydı.
Nitekim Marn Meydan Muharebesinin (6-9 Eylül 1914) Almanlar tarafından kaybedilmesi, Avrupa’da savaşın kısa sürede mevzi harbine dönüşmesine ve Alman Başkomutanlığının baskısıyla Osmanlı İmparatorluğunun yeterince hazırlanmadan harbe girmesine neden olmuştur.
Balkan Harbi (1912-1913) yenilgisinden sonra Osmanlı İmparatorluğu ordusunu re organize etmek amacıyla Almanya’dan, yeni bir askeri heyet göndermesini istedi. Çıkması muhtemel bir genel harbde politik ve askeri hedeflerine ulaşmak için Osmanlı Ordusu’ndan yararlanmayı hesap eden Almanya, Tümgeneral Liman Von Sanders başkanlığında 42 kişiden oluşan bir askeri heyet gönderdi. Heyet Başkanıyla yapılan sözleşme gereğince Osmanlı Hükümeti, Alman subaylarına orduda fiili görevler vermeyi de kabul etmiş bulunuyordu.
O günlerde Türk Ordusu, dört ordu müfettişliği emrinde on üç kolordu halinde teşkilatlanmış 38 piyade 4 süvari tümeninden ibaretti. Ateş gücü zayıftı, fenni birliklerle geri teşkiller, özellikle ulaştırma birlikleri yok denecek kadar azdı.
Noksanlıkların giderilmesi ve Türk ordusunun kısa sürede savaşa hazırlanması için Türk ve Alman subayları el ele vererek büyük bir gayretle çalışmaya başladılar.
Türkiye, özellikle Balkan Harbi yenilgisinden sonra yoğun bir ittifak arayışı içindeydi. Avrupa’da mevcut iki ittifak sisteminden hangisine katılmanın Türkiye için daha yararlı olacağı hususunda devlet adamları değişik görüşlere sahipti. Bu nedenle İtilaf devletlerinden herbirine ayrı ayrı başvuruldu, fakat olumsuz cevap alındı. İtilaf devletlerini bir askeri ittifaka götüren esas neden, her ne kadar Almanya’nın gittikçe artan askeri gücüyse de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından elde edilecek çıkarların da bu ittifakın oluşmasında önemli bir payı vardı. Bu nedenle itilaf devletlerinin, paylaşmaya kararlı oldukları bir ülkeyi müttefik olarak aralarına almaları beklenemezdi. Ama o tarihte Osmanlı devlet adamlarının bir kısmı bu gerçeği göremiyor; İngiltere ya da Fransa ile ittifak yapılması fikrini savunuyorlardı.
Avusturya, Sırbistan ile yapacağı muhtemel bir savaşta kendisine yardımcı olacakları düşüncesiyle Bulgaristan ve Türkiye ile bir askeri ittifak yapılmasını çok istiyordu. Fakat Almanya, Türkiye ile askeri ittifak konusunda duraksıyordu. Çünkü Türkiye’deki askeri heyetten aldığı raporlar, Türk Ordusunun yakın bir gelecekte Alman askeri stratejisine yardımcı olacak duruma gelip gelemiyeceği hususunda kuşku yaratıyordu. Harp halinde Türkiye’nin Almanya’ya yük olmasından korkuluyordu. Bütün bu düşüncelere rağmen Saray-Bosna olayından (28 Haziran 1914) sonra Avrupa’da genel savaş kaçınılmaz bir hal alınca, Alman devlet adamlarının Türkiye ile ittifakı daha ciddi bir şekilde ele aldıkları ve askeri heyetlerinden bir teminat bekledikleri görüldü.
Resmi askeri ittifak önerisi, ilk kez 22 Temmuz 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim’a yapıldı. Aynı tarihte Sadrazam Sait Halim Paşa da Avusturya Büyükelçisine ittifak teklif etti. Büyük bir gizlilik içinde sürdürülen görüşmelerden sonra Türk-Alman Askeri İttifakı 2 Ağustos 1914’te imzalandı.
Almanya 1 Ağustos saat 17.00’de Rusya’ya harp ilan etmiş, antlaşma 2 Ağustos’ta imzalanmış olduğu için yapılan anlaşmaya göre Türkiye antlaşmayı imzaladığı gün Almanya’nın yanında harbe girmeyi kabul etmiş oluyordu. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu, 3 Ağustos 1914’te bir yandan seferberlik ilan ederken diğer taraftan da silahlı tarafsızlığını ilan etti.
Osmanlı İmparatorluğu silahlı tarafsızlığını ilan etmişse de Alman Başkomutanlığı Türkiye’nin bir an önce harbe girmesi üzerinde ısrar ediyordu. Fakat Türkiye, seferberliğini tamamlamadan, ordusunun noksanlarını ikmal etmeden ve politik bakımdan Bulgaristan’ın durumu aydınlığa kavuşmadan harbe girme yanlısı değildi.
Bu arada Akdeniz’de bulunan iki Alman savaş gemisi (Göben ve Breslaw) İngiliz donanmasının takibinden kaçarak 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazından içeri girdi. Gemiler Alman Deniz Bakanı Amiral Tirpitz (tirpiç)’ten bu yolda bir emir almışlardı. Bu Türkiye için de bir sürpriz değildi. İngiltere’de yapımı tamamlanmış olan Sultan Osman ve yapılmakta olan Reşadiye diritnotlarının verilmemesi ihtimaline karşı-ki sonradan İngilizler bu parası ödenmiş gemileri vermediler.
Karadeniz’de üstünlüğü sağlamak için Avusturya donanmasının gönderilmesini, daha önce Türk Hükümeti teklif etmişti. Avusturya Donanması kendi kıyılarını korumak için Adriyatik’ten ayrılmak istemediğinden Akdeniz’deki iki Alman gemisinin Türk Donanmasına katılmasıyla Karadeniz’de üstünlüğün sağlanması düşünülmüştü.
Bu gemilerin tarafsız Osmanlı Devleti’nin karasularından çıkarılmasını ya da enterne edilmesini istediler. Nihayet gemilerin Osmanlı Devleti tarafından 80 milyon marka satın alındığı, personelinin Türk mürettebatıyla değiştirileceği ilan edilerek mesele kapatıldı.
Yavuz ve Midilli isimleri verilerek Türk bayrağı çekilen ve mürettebatına Osmanlı üniforması giydirilen bu gemilerin Alman komutanı Amiral Suşon, aynı zamanda Türk Donanmasının I nci Komutanlığına atandı. Osmanlı imparatorluğu Eylül-1914 sonlarında seferberliğini tamamlamış bulunuyordu. Ama silah ve cephanesi noksandı; araç ve gereç yokluğundan geri hizmet teşkillerinin büyük bir kısmı henüz kurulamamıştı.
Türk-Alman Askeri İttifakından sonra Türk Genelkurmayınca hazırlanmış olan çeşitli sefer planlarında genellikle Türk Ordusunun büyük kısmının batıda ve Boğazlar bölgesinde toplanması, Boğazların emniyeti sağlandıktan ve Bulgaristan ile Romanya’nın tutumu aydınlığa kavuştuktan sonra Rusya’nın güney kesimine taarruz edilmesi öngörülüyordu.
Türk Ordusu bir kış muharebesine hazır olmadığından, ayrıca büyük kuvvetlerin Doğu Anadolu’da toplanması çok güç olduğundan asıl kuvvetlerle Kafkasya’ya taarruz fikri çürütülüyordu. Mısır’a taarruz esaslı bir hazırlığı gerektirdiğinden sonraya bırakılıyor ve Süveyş kanalı’nın öneminin bu bölgede muharebeyi göze almaya değer olup olmadığının düşünülmesi gerektiği ileri sürülüyordu.
Alman Genelkurmay Başkanlığıysa Türk Ordusunun Kafkasya ve Mısır’a taarruz ederek Rus ve İngiliz kuvvetlerini buralara bağlamasını ve böylece Avrupa’daki Doğu ve Batı cephelerinin takviyesine engel olmasını istiyordu.
Türk Genelkurmayı 1915 baharına kadar harbe girmemenin zorunluluğu üzerinde önemle dururken Alman Başkomutanlığı, Türkiye’nin bir an önce harbe girmesinde ısrar ediyordu.
28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Sırbistan’a savaş ilan etmesiyle Avrupa’da başlayan savaş Rusya’nın seferberlik ilan etmesi ve bunu Avusturya-Sırp anlaşmazlığına müdahale sayan Almanya’nın 1 Ağustos’da Rusya’ya, 3 Ağustos’ta Fransa’ya harp ilan ederek Belçika topraklan üzerinden taarruza geçmesi, Belçikanın tarafsızlığının ihlal edildiği gerekçesiyle 4 Ağustosta! İngiltere’nin Almanya’ya harp ilan etmesiyle kısa sürede bir genel harbe dönüştü.
3 Ağustos 1914’te sıklet merkezi kuzeyde olmak üzere Belçika topraklarından geçerek Fransa’ya taarruz eden Alman Ordusu, 23 Ağustos’ta Marn Nehri-j ne kadar ilerlemiş bulunuyordu. Almanları burada durduran Fransız ordusu] 6-9 Eylül 1914’te cereyan eden Marn Meydan Savaşıyla onları Aisne ve Vesla nehirleri gerisine atmayı da başardı.
Doğu’da Avusturyalıların taarruzu karşısında ilk önceleri zor duruma düşen Ruslar, Doğu Prusya’daki iki ordularıyla Alman 8 nci Ordusunu sıkıştırdılar VM geri çekilme zorunda bıraktılar. Bunun üzerine Ordu Komutanlığına Mareşal Hindenburg’u atayan ve Belçikadan çektikleri iki Kolorduyu bu cepheye tahsif eden Almanlar, Samsanov komutasındaki Rus Ordusunu imha ve Renneni kampı komutasındaki Rus Ordusunu da geri çekilmeye mecbur ettiler. (Tanl nenberg, 26 Ağustos 1914) Fakat bu kez de Galiçya’da ki Rus orduları ilerleme! ye başladı. Avusturyalılar Lwovv’u boşaltarak Karpat Dağlarına doğru çekildiler (3 Eylül 1914). Sırbistan’da cereyan eden savaşlarda da Avusturya başarı sağla yamadı.
Böylece daha harbin ilk ayında Batı’da ve Doğu’daki taarruzları duran erkezi Devletler, Türkiye’nin bir an önce harbe girmesi için baskı yapmaya başladılar. İtilaf devletleri ise tarafsızlığını sürdürmesi halinde Türkiye’ye garanti vermeye hazır olduklarını bildiriyorlardı.
Bu arada Amiral Suşon da mürettebatın denize alışık olmadığını bahane erek Türk Donanmasının tatbikat için Karadeniz’e çıkmasına müsaade edil-esini İsrarla istiyordu. Alman Başkomutanlığının baskısına dayanamayan ve asen Türkiye’nin geleceğini Alman ordularının Avrupa’daki başarısında gören Osmanlı Ordusu Başkomutan vekili Enver Paşa, istenilen müsaadeyi nihayet 26 kim’de verdi. Yavuz (Göben) ve Midilli (Breslavv) ile birlikte onbir parçadan oluşan Türk Donanması 27 Ekim sabahı Karadeniz’e açıldı. 29 Ekim sabahı dessa, Sivastopol, Novrosiski limanlarını bombardıman etti ve birkaç Rus ge-isini batırdı. Böylece Türkiye fiilen harbe girmiş oldu.
Türkiye her ne kadar bu olaya Rus Donanmasının neden olduğunu, ilk saldırının Rus gemilerinden geldiğini iddia etmiş ve Rusların bu hatalarını ta-ir etmelerini istemişse de bunun bir yaran olmamış, 1 Kasımda Ruslar, Türkiye’nin doğu sınırlarından taarruza geçmişler, İngilizler Akabe’yi bombardıman etmişler, Urla iskelesindeki iki Türk gemisini batırmışlar, 3 Kasım günü de bir İngiliz-Fransız karma filosu Çanakkale Boğazı ağzındaki tabyaları kısa bir süre bombardıman etmiştir.
Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu 11 Kasım 1914’te İtilaf Devletlerine resmen harp ilan ederek Merkezi Devletlerin yanında ilen savaşa katılmıştır.
Birinci Dünya Harbinde Türk Cepheleri
Birinci Dünya Harbinde Türk Ordusu on cephede savaşmıştır. Bu cepheler kısaca şöyledir:
1. Kafkas (Doğu) Cephesi: Karadeniz’den İran içlerine kadar uzanan ve Türklerle Rusların çarpıştığı cephe.
2. Irak Cephesi: Basra Körfezine asker çıkararak Irak’ı işgale girişen İngiliz kuvvetleriyle çarpışan Türk kuvvetlerinin kurduğu cephe.
3. Filistin-Suriye Cephesi: Türklerin Süveyş Kanalına yaptıkları iki taarruzun başarısızlığa uğraması üzerine İngilizlerin Filistin’i işgal amacıyla karşı taarruza geçmeleriyle meydana gelen cephe.
4. Çanakkale Cephesi: İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazını açmak için 18 Mart 1915’te denizden yaptıkları saldırının başarısız kalması üzerine Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine asker çıkarmalarıyla kurulan cephe.
5. Avrupa Cepheleri (Galiçya, Makedonya, Romanya): Türkler, müttefiklerine yardım amacıyla bu üç bölgede cereyan eden savaşlara birer kolorduyla katılmışlardır. (Her bölge ayrı birer cephedir.)
* Kaynak: On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 – 1922, İsmet GÖRGÜLÜ, 47-52 ss.